Vücudumuzdaki asit yükünü maalesef tam olarak atamayız. Kanın pH’ı alkali olmak zorunda olduğundan, asitlerin kanda dolaşmasına izin verilmez. Asit oluşumu fazlalaştığında, ait bir yerlerde depolanmak zorunda kalır. Yağ depolarımız aynı zamanda asit depolarıdır. Asitlerin yağda depolanması ve kiloyu yağdan kaybetmemek bizim için ucuz bir bedeldir. Asıl sorun asit yükünün sebep olduğu öteki hastalıklardır. Asitler, biriktikleri her yerde büyük sorunlara sebep olurlar.
Kanser
mekanizması şu şekilde işlemeye başlar:
Vücuttaki
asit yükü artınca asidin biriktiği bazı hücreler hasar görüp ölür. Bunda bir
sorun yoktur, çünkü yerlerine yenisi gelir. Ama bazı hücreler ölmek yerine
adaptasyon geliştirir. Kendilerini ilkel bir hücreye çevirip ortama adapte
olurlar. Böylece bu asitli oksijensiz dokuda çoğalmaya devam edebilirler. Bu tür
hücre hiçbir görevini yerine getirmez, bağışıklık sisteminden saklanabilir,
beyinden gelen emirlere uymaz, sonsuz kez çoğalabilir, çevresindeki hücreleri
de kendisine benzetir. İşte bu, kanser hücresidir.Hücrede asit yükü artar, hücrenin DNA yapısı bozulur, hücre kendini tamir edemeyecek kadar enerjisiz kalırsa ölür. Ama ölmeyen hücreler arasından böyle akıllı olanlar çıkacaktır. Kanser hücrelerinin bayıldığı şey yüksek asit, düşük oksijendir.
Kolesterol
Kolesterol
bizim için çok gereklidir. Kolesterolden östrojen testosteron progesteron gibi
pek çok hormonun yapıldığını biliyoruz. Kolesterolün %80’ini karaciğer kendi
yapar, %20’sini besinlerle alınır. Asitlenmede, karaciğer ihtiyacından daha çok
Kolesterolü, damarlardaki asitleri tutacak olan LDL Kolesterol kısmını da
artırabilmek için üretir. Bu durumda LDL, yani “kötü Kolesterol”, damarları
asitlenmeden, başka bir deyişle oksitlenmeden, bir başka deyişle paslanmadan
korumak için kendini feda eder. LDL Kolesterolün kendisi oksitlenerek
damarların paslanmasını engeller.Vücudun ait yükü artınca vücut karaciğerden daha çok kolesterol üretir. Bu, onun kendini koruma yöntemidir.
Kolesterol içeren besinler değil, asitlenme yapan besinler damarlarınızı sertleştirir.
Osteoporoz
Vücuttaki en fazla miktarda bulunan alkali
mineral, kalsiyumdur. Deposu kemiklerdir. Kan ve vücut sıvıları asitlenince,
kandaki mevcut kalsiyum bu asitleri nötralize etmek için kullanılır. Ama asitlenme
artar ve kandaki kalsiyum biterse, kemik ve dişlerden kalsiyum çalınır. Öteki kemiklerden
daha önce, özellikle leğen kemiklerinden, uzun kemiklerden ve omurgadan
kalsiyum çalınmaya başlanır. Bu nedenle Osteoporoz için kemik yoğunluğu
ölçümlerinde, daha çok bu bölgelerde eksiklikler görülür.Osteoporoz oluşmaması için, beslenmede kalsiyum içeren besinlerin önerilmesinin sebebi, asitleri gidermek ve alkali olmak için kemikteki kalsiyum yerine besinlerdeki kalsiyumun, kullanılmasını sağlamaktır. Kemik sağlığını koruyan besinler, aslında bizi asitlenmeden korur.
Osteoporozda kalsiyum gibi magnezyum minerali de asitleri tamponlamak için kemikten çekilir. Vücuttaki magnezyumun %80’i kemiklerde bulunur. Geri kalan magnezyum ise kaslardadır. Yorulunca kaslara kramp girmesinin bir sebebi de kaslardaki magnezyumun eksilmesidir. Kas yorgunluğuna bağlı asitlenmeyi atmak için kastaki magnezyum kullanılır.
Alkali olmak için magnezyum, kalsiyum kadar önemlidir.
Osteoporozun ileri yaşlarda görülmesinin sebebi, vücudun asit yükünün eski yöntemlerle azaltılamıyor olması ve giderek kemikten daha çok kalsiyum ve magnezyum çalınmasıdır.
Asitlenmenin Etkili Olduğu Diğer Hastalıklar
·
Asitlenmenin
diş çürüğüne yol açtığını biliyoruz.· Asitlenme sebebiyle iyodu kullanamamak tiroid fonksiyonlarını azaltabilir. Tiroid fonksiyonlarının azalması, hipotiroidiye ve kolay kilo alınmasına sebep olur.
· Vücudumuzdaki en büyük protein olan kollajen, asitlenme sebebiyle sertleşir. Kollajenden oluşan eklemler ve cilt esnekliğini kaybeder. Ciltteki kırışıklıklar ve kurumalar meydana gelir.
· Asitlenme durumunda kan ve dokular daha az oksijen içerdiğinden vücutta oksijensiz bakterilerin üremesi kolaylaşır. Dolayısıyla enfeksiyonlara yatkınlık olur.
· Asitlenme hücre zarlarının sertleşmesine sebep olur. Sertleşen hücre zarları sebebiyle, özellikle beyinde hücreler arası iletişim yavaşlar.
· Uykusuzluk, depresyon, hafıza kaybı durumlarında da asitli olmanın etkisi vardır.
· Asitlerin çoğu böbrekten atıldığı için yüksek asitli idrar, idrar yolu enfeksiyonlarına, böbrek taşlarına zemin hazırlar.
· Asit yükünü seyreltmek için vücut daha fazla su tutar. Fazla su tutulumu ödem yapar. Alkali su tüketmek mevcut ödemi azaltır.
· Yağ dokuları asit dokularıdır. Bu depoların etrafında daha çok su tutulur. Amaç, mevcut asitlenmenin seyreltilip zararsız hale gelmesidir. Yağların ve bölgede tutulan suyun hacmi, o dokudaki lenf ve kan damarlarını sıkıştırır. Zaten asitli bölgeye oksijen daha az ulaştığı için, kan ve lenf damarları da yavaşlayınca yağ dokusunun bulunduğu bölgedeki dokular beslenemez. Büzüşüp sertleşirler. Kanın beslemediği, oksijensiz kalan bu bölgenin derisindeki büzüşmeler, portakal kabuğu görünümünü ortaya çıkarır. Selülit gamzeleri böyle oluşur.
Alkali Diyet Kitabından...