Muzun Faydaları

Mutlu eder: Muz yemek sizi gerçekten mutlu eder. Bunun nedeni serotonin isimli doğal kimyasalın salgılanmasına destek olması, beyni adeta serotonine boğup mutluluk sarhoşu haline getirmesi. Yüksek miktarda serotonin beyne sadece iyilik hissi, keyif ve mutluluk da vermez, aynı zamanda daha iyi iletişim kurmanızı, daha hızlı düşünmenizi, daha kolay konsantre olmanızı, daha çabuk karar vermenizi sağlar.
Bir muzda ortalama 400-450 mg civarında potasyum vardır. Potasyum her şeyden önce en önemli yaşamsal minerallerden biri. Tansiyonu düşürmede, dengelemede son derece önemli görevler üstlenir. Yakın zamanda yapılan bir çalışma günde iki muz tüketen hafif hipertansiyonluların çoğunda tansiyonun ilaç kullanmadan bile ayarlanabileceği gösterildi.
Kalbi aritmilerden korur: Potasyumdan zengin olma özelliği muzu kalbi aritmilerden koruma, kas güçsüzlüğünü azaltma, kas-sinir ilişkisini iyileştirme gibi özelliklerle de taçlandırır. Hipertansiyon konusundaki olumlu katkısı da çok önemli bir nokta.
Bağırsak dostudur: Muzun daha pek çok marifetleri var. İsterseniz onları da sıralayalım. Muz, posadan zengin yapısı nedeniyle de önemli bir meyve. Bağırsak fonksiyonlarını dengeliyor. Kabızlığa da, ishale de iyi geliyor. Ayrıca bağırsağın probiyotik gücünü de artırdığı için bağışıklık sistemini de güçlendirdiği biliniyor. Muzda B1 vitamininin C, D ve E vitaminlerinin ayrıca folik asitin de bulunduğu belirlenmiş.
Midevi yararları var: Çok fazla olmasa da diğer meyvelerle karşılaştırıldığında demir ve magnezyumdan da zengin bir yapısı var. Yani vitamin ve mineral muhtevası çoğu meyveyle karşılaştırıldığında oldukça fazla. Muzun ‘midevi’ yararları olduğu da biliniyor. Reflüsü, ülseri olanlara özellikle ara öğünlerde muz tavsiye ediliyor. Yararları saymakla bitmiyor değil mi... Muz, bitkisel protein bakımından da güçlü bir meyve...
Çabuk karar vermeyi sağlar: Tenis şampiyonalarında dünyaca ünlü tenisçilerin maç aralarındaki kısa dinlenmeleri ‘yarım muz’ ile değerlendirmelerinin nedeni de yalnızca muzun ve özellikle de içindeki potasyumun sağladığı hızlı enerji değil, çabuk karar vermeye, konsantrasyona yaptığı olağanüstü katkıdır. Tabii bir de sağladığı iyilik ve mutluluk hissi...
Güçlü kemik yapısını garanti eder: Potasyumdan zengin bir meyve olması güçlü bir kemik yapısına da sahip olmanızı garanti eder. Çünkü güçlü bir iskelet sistemine sahip olmak sadece kalsiyum ve D vitaminine bağlı bir durum değildir. Güçlü kemikler için potasyum da gerekir.
Vitamin deposu: Muzda pek çok vitamin de var. Ama özellikle bol bulunan vitaminlerin başında B6 geliyor. Bilindiği gibi B6 vitamini sinir sisteminin sağlığı özellikle strese karşı mücadelesi için çok önemli bir doğal madde

“Süt” Hakkında Çok Önemli Bir Araştırma

Vegan dostlarım, iki gün önce (29 Ekim) British Medical Journal dergisinde “süt” hakkında çok önemli bir araştırma yayınlandı (1). Sütü öven bir çalışma olsaydı hepinizin haberi olurdu ancak malum sebeplerden gazete ve televizyonlar bu haberle pek ilgilenmediler. Süt içmemesini istediğim hastalarımın bana ilk sorusu “Kemiklerim erimez mi?” oluyor. Onlara en zengin kalsiyum kaynağının yeşillikler olduğunu ineklerin de kalsiyumu “yedikleri otlardan” aldığını söylüyorum (ama bakışlarından bana inanmadıklarını anlıyorum  Süt=beyaz=kalsiyum eşitlemesi beynimize öyle bir yerleşmiş ki yeşil otların kemiklerini güçlendirebileceğini zihinimizde canlandıramıyoruz.
 
Çalışmada süt içmenin uzun vadede ölüm oranına ve kalça kırıklarına olan etkisini araştırılmış. 61.433 kadın ve 45.339 erkek tam 20 yıl takip edilmiş. Bu süre içinde 15.541 kadın ölmüş, 17.252 kadın kalça kırığı geçirmiş. Günde bir bardaktan az süt içenlerle güne üç bardaktan fazla süt içenler kıyaslandığında hem erkeklerde hem kadınlarda süt içenlerde hem kalça kırığı daha çok görülüyor. Çok süt içen kadınların herhangi bir yerinde kırık olma riski % 16, kalça kırığı riski ise % 60 artıyor. Yalnız kalça kırığıyla kalsa iyi sütü çok içenlerin genel olarak hergangi bir hastalıktan ölüm oranı da daha yüksek bulunuyor. Kadınların içtiği her bir bardak süt genel olarak herhangi bir nedenle ölüm oranını % 15, kalp krizinden ölme riskini % 15 ve kanserden ölme riskini de % 7 artırıyor. Günde üç bardaktan fazla süt içenlerin bir bardaktan az içenlere göre kanserden ölme riski % 93 artıyor.

SONUÇ: Süt danyanın en çok üretilen gıda maddesidir (187.3 milyar dolar/yıl) Süt içenler faydalı olduğu için değil KENDİLERİNE FAYDALI DİYE ÖĞRETİLDİĞİ İÇİN içiyorlar. Sağlığınız için süt ve tüm süt ürünlerinden uzak durun.

(1)Karl Michaëlsson, Milk intake and risk of mortality and fractures in women and men: cohort studies.BMJ 2014;349:g6015 doi: 10.1136/bmj.g6015 (Published 27 October 2014)

Dr.Murat Kınıkoğlu
Karından omurgaya
Joseph Pilates, her harekette karnı omurganın arkasına çekmenin önemini 75 yıl önce keşfetti.

Zamanında bu düşüncenin başını çekti ve bugün tıp uzmanlarının öz denge olarak ilgilendikleri şeyi geliştirdi.
Kaslar hareket etmede sayısız rol oynarlar ve tabii ki onlarsız hiçbir şey yapamayız. Onlar kollarımızı ve bacaklarımızı oynatabilmemizi sağlarlar ama gövdemiz sabit kalmak zorundadır, aksi takdirde kolumuzu ya da bacağımızı kaldırdığımızda düşmemiz gerekirdi. Pilates kollar ve bacakların hareketi esnasında vücudu sabit tutan kaslarla ilgileniyor. Bu kaslar bedenin derinliklerinde yer alırlar ve gövdemizi sağlam bir silindir haline getirebilmek için çalışırlar. Böylece kol ve bacak hareketlerimize karşı sağlam bir temelimiz olur.
Bizim ilgilendiğimiz kaslar tranversus abdominis (karın) ve iç çaprazlar (arka denge grubunun bir parçası). Ne yazık ki bunlar, standart fitness egzersizleri sırasında çalışmıyorlar. Pilates metodu ise her zaman daha derindeki kaslarla ilgilenir. Bu kasları elinizi belinize koyarak ve öksürerek kolayca hissedebilirsiniz.
Bu anahtar kasları nasıl ayırt edeceğinizi öğrenmeniz gerekiyor. Onları yeterli derecede çalıştırmayı öğrendiğinizde omurganızı desteklemeye başlayacaklar. Bu, kapasitelerinin yaklaşık yüzde kırkını kullanmanız demek. Genel duruşunuzu belirleyen kasların hız ve güç çalışmalarından çok, dayanıklılık çalışmalarına gereksinmeleri vardır. Yüzde kırk rakamı kasların kullanım şeklinin doğruluğuyla ilgilidir, bir saatlik bir antrenman sırasında bu kasları yüzlerce defa çalıştırdığınızı özellikle hatırlamanız gerek.
Doğru kasları bulduğunuzda ve onları düzenli olarak çalıştırdığınızda hareketlerinizi çeşitlendirerek daha güçlü bir hayat yakalarsınız. Gündelik işlerinizi gerçekleştirirken de bu kaslar işlevlerini yerine getirmek zorundadır. Yavaş yavaş koreografiyle düzenlenmiş daha karmaşık hareketler yapmaya başlayabiliriz.
Bu hareketleri gerçekleştirirken gövdeniz sabit kalmalı. İlerleyen sayfalarda göreceğiniz makas egzersizi gibi egzersizler sırtınızın zarar görmemesi için sağlam bir denge gerektirirler. Bu, esas amaç ama şimdi en başa doğru gidelim. Öncelikle doğru kasları bulmak zorundayız:

*Sırtınız üzerine uzanın. Leğen kemiğinizin nötr bir halde olup olmadığını kontrol edin.
*Hazırlanmak için nefes alın. Başınızın en üstünden itibaren uzayın.
*Nefes verin ve midenizin altında bir boşluk bırakarak alt karın kaslarınızı omurganızın gerisine doğru çekin. Leğen kemiğinizin alta doğru kırılmasına izin vermeyin. Omurganıza yüklenmeyin.
*Kuyruk sokumunuzu zemin üzerinde bulundurun ve uzatın.
*Nefes alın ve rahatlayın.

Leğen kemiğinizin kırılmamasına dikkat edin, bu onu kuzeye doğru eğmek demektir. Eğer bunu yaparsanız nötr pozisyonunuzu kaybedersiniz. Bu diğer kaslarınızın yani rektus ve kalça kaslarının iç kaslarınız yerine çalışması demektir. Eliniz belinizin altındayken rahatsanız omurganızı itip itmediğinizi kontrol edebilirsiniz.
Şimdi nefes alıp verirken alt karın kaslarını çalıştırmayı öğrenmeniz gerekiyor. Aksi takdirde Tek Bacak hareketini yaparken dengenizi kaybedersiniz. Bunu yapabilmek için yandan nefes almaya ihtiyacınız var.
*Nefes almak için hazırlanın. Başınızın üstünden başlayarak uzayın.
*Nefes verin ve midenizin altında bir boşluk oluşturarak alt karın kaslarınızı omurganızın gerisine doğru çekin.
*Yanlarınızdan nefes alarak göğüs kafesinizi tamamen genişletin. Mide boşluğunu dışarıda ve sert tutun.
*Merkezin sağlamlığını koruyarak nefes alıp vermeye devam edin.

Ayrıca nefes alış ve verişi sırasındaki duraklamada ortaya çıkan esas kasları bulmaya çalışın:
*Hazırlanmak için nefes alın.
*Tamamen nefes verin.
*Alt karın kaslarınızı çalıştırın.
*Karın boşluğunuzu koruyarak nefes alın.

Hareketi tanımlarken ‘boşluk’ kelimesini kullanmayı tercih ettiğimizi fark etmişsinizdir. Karın kaslarını sımsıkı tutmamanız çok önemli. Bu gereksiz bir basınca neden olacak ve büyük ihtimalle yanlış kasları çalıştıracaksınız.
*Karın boşluğu oluşturma
*Boşluğu dışarı çıkarma
*Geri çekme... Karın kaslarını omurgaya doğru.

Doğru kasları hala bulamadınız mı? İşte size başka bir yol
*Ellerinizi omuzlarınızın altında tutun, omuz genişliğinde açın.
*Dizleriniz kalçalarınızın denetiminde. Başınızın üstünden kuyruk sokumuna dek uzayın. Leğen kemiğiniz nötrdür.
*Nefes alın.
*Alt karın kaslarını omurgaya doğru çekerek nefes verin. Sırtınız hareket etmemeli.
*Nefes alın ve rahatlayın.
*Sekiz kere tekrarlayın. Nefes alıp verirken karın kaslarınızdaki boşluğu korumaya çalışın.

Hala kasları bulmakta zorlanıyor musunuz?
*Yüzüstü uzanın. Birbirine kavuşturduğunuz elleriniz üzerinde kafanızı dinlendirin. Omuzlarınızı yukarı doğru açın ve üst sırtınızı rahatlatın. Eğer sırtınız rahatsızsa karnınızın altı için küçük, düz bir mindere ihtiyacınız olabilir. Bacaklarınızı omuz genişliğinde açın ve doğrultun. Ayaklarınızı uzatın.
*Nefes alın, verin ve alt karın kaslarınızı yerden ayırarak yükseltin. Karnınızın altında değerli bir yumurta olduğunu ve ezilmemesi gerektiğini hayal edin.
*Nefes alın ve rahatlayın.

Leğen kemiğiniz ve omurganız hiç hareket etmemeli. Bu güçlü merkezlemedir. Egzersizlerinizin çoğunda hareketler öncesinde ve sırasında karnınızı omurganızın arkasına çekmeniz istenir. Hareketleriniz bu güçlü merkez sayesinde uzar.
Bu tekniği geliştirdikten sonra aynı anda leğen kemiğinizi de zemin üzerinde kaldırmayı denemelisiniz.

Üst bedenin doğru kullanımı
Üst bedenin kullanımında kendini gösteren yanlış duruş alışkanlıklarının sebep olduğu kas dengesizliklerinden bahsettik. Şimdi sıkça gerilen göğüs bölgesine odaklanmayı ve arka omuz kaslarının kullanımını artırarak boyun ve üst omuz kaslarını rahatlatmayı amaçlıyoruz.
Hareketleri yaparken bu bölgede neler olduğunu unutmanız çok kolay olacak. Boynunuz çoğu zaman size fark ettirmeden karın kaslarınızın yapması gereken işleri üstlenir. Omuzlarınız hassaslaşır ve kulak çevrenize doğru yükselir.

Buradaki basit kurallar bunun üstesinde gelmenizi sağlayacak.
*Omuzlarınızı sırtınızın aşağısında tutun.
*Boynunuzu rahat bırakın.
*Göğüs kemiğinizi yumuşatın.
*Dirseklerinizi açın.


www.boyutpedia.com


 
Nefes alma

Egzersizleri gerçekleştirirken bedene yeterli miktarda oksijen alabilmek için, kaliteli ve derin nefes almalıyız. İnsanlardan derin nefes almalarını istediğinizde iki şeyi yaptıklarını göreceksiniz: Omuzlarını kulaklarına doğru kaldıracaklar ve sırtlarını eğecekler, ya da alt karın kaslarına doğru derin bir nefes alacaklar. İlki çok yüzeysel bir hareket, ikincisi ise yoga ve rahatlama için uygun, ama omurgayı desteklemesi için alt karın kaslarını koruduğumuz Pilates için imkânsız. Bu bize tek bir yol bırakıyor o da göğüs kafesini geliştirmek. Göğüs kafesini genişleterek göğüs boşluğunun hacmini arttırabilir ve oksijen alımını çoğaltabiliriz. Bu tip bir nefes alma kaburgalar arasındaki kasları da çalıştırır ve üst bedenimizin daha oynak, hareketli olmasını sağlar.

Buna göğüs nefesi ya da yan nefes denir. Ciğerleriniz bir körük gibi olur. Alt göğüs kafesiniz nefes alışınızla birlikte genişler, nefes verişinizle daralır.

www.boyutpedia.com
Egzersizlerde Bedenin Doğru Duruşu - Pelvik Bölge
Egzersiz sırasında omurganızı doğal, nötr pozisyonunda tutmanız gerekiyor.

Leğen kemiği de omurgayla bağlantılıdır. Leğen kemiği kalça eklemleri üzerinde dengelenir ve yanlış bir şekilde eğildiğinde bel omurgasını çekerek, omurga dokularında gerginliğe neden olur. Doğal nötr pozisyonu ise, dokuların normal uzunluğunu korur ve omurga plaklarındaki basıncı düşürür.
Bu işin teorisi, peki ya pratiği? Güvenli ve doğru bir egzersiz için, nötr leğen kemiği ve omurga pozisyonunu kendi üzerinizde tamamen uygulamayı öğrenmelisiniz. Bunun içinse, leğen kemiğinin küçük açı değişimlerini dahi ortaya çıkararak, beden farkındalığını geliştirmeye ihtiyacınız var.
 
Doğru duruşu bulmak
Bacaklarınızı bükerek sırtınız üzerinde uzanın, kalçanızı geniş ve paralel bir şekilde tutun. Karnınızın altında bir pusula olduğunu, göbeğinizin kuzey, kasık kemiklerinin güney, diğer yanların da doğu ve batı olduğunu düşünün. Doğru olanı bulmak için iki yanlış pozisyona bakacağız.

Leğen kemiğinizi kuzeye doğru yukarı kaldırın, siz bunu yaparken leğen kemiğiniz aşağıya doğru kırılacak. Kaba etlerinizin sıkışmasıyla kuyruk sokumunuzun, kalçanızın ve belinizin aldığı şekli fark edin. Sırtınız yere doğru ittiğinizde düzleşir, kıvrımları yok olur. Kalçanızın etrafındaki kaslar sıkılaşır ve kuyruk kemiğiniz yerden yukarı kalkar. 
Dikkatlice leğen kemiğinizi geri getirin, böylece güneye doğru eğilecek (Sırt probleminiz varsa bu hareketi yapmaktan kaçının). Şimdi tekrar ne olduğuna bakın. Sırtınızın aşağısı yaylanacak ve o bölgede bir zayıflık hissedeceksiniz.  Kaburga kemiğiniz düzleşecek ve mideniz dışarı çıkacak.  

İki sınır arasında yani, ne kuzeyde ne de güneyde olan, ne kırılarak ne de yaylanarak elde edilen bir nötr pozisyon amaçlıyoruz. Biraz önce örnek verdiğimiz pusula imgesi ise bir tür ruhi göstergeniz olabilir. Kuyruk sokumu yer üzerinde sağlam bir halde kalır ve uzar. Leğen kemiği ise uzunluğunu korur. Sırtınızda doğal, küçük bir eğik kalır. Bu, nötr pozisyondur ve aksi söylenmedikçe tüm egzersizler bu pozisyonda gerçekleştirilmelidir. Nasıl vites boşta olmadığı sürece arabanızı çalıştıramazsanız, doğru pozisyonu almadan da egzersize başlamamalısınız. Alt karın kaslarıyla meşgulken tetikte olun, leğen kemiğini kırma ya da eğme isteği duyabilirsiniz. Yerde uzandığınız zaman elinizi daima belinizin altına koymaya çalışın. Omurganızı yere doğru ittirdiğinizi hissedecek ve bundan kaçınmak isteyeceksiniz.

Şunu da belirtmekte fayda var; eğer büyük bir kalçaya sahipseniz bel bölgenizde daha büyük bir boşluk hissedeceksiniz. Bu ille de sırtınızı eğdiğiniz anlamına gelmez. Doğal kıvrımlarını fark etmeyi öğrenin. 

www.boyutpedia.com


 Su İçin !

      Vücutta taşıyıcı göreve sahip olan su, hücrelere besin ve oksijen taşır, atıkları uzaklaştırır.
      Böbreklerin toksik maddelerden temizlenmesine yardımcı olur.
      Kan ve lenf sisteminin büyük bir kısmını oluşturur.
      Vücut sıcaklığının düzenlenmesinde rol alır.



     Kan basıncını kontrol eden elektrolitlerin dengelenmesine ve taşınmasına yardımcı olur.
     Sıcak havalarda vücudu serin tutar ve soğuk havalarda vücut izolasyonu sağlar.
      Yeteri kadar tüketildiğinde, cildin daha düzgün, daha yumuşak, daha parlak ve daha esnek   
     olmasını sağlar.
      Tükürük ve mide salgısında bulunarak, besinlerin sindirilmesinde görev alır.
      Su, emziren kadınlarda, süt üretimini artırır.
      Bağışıklık sisteminin görevini yapabilmesi için su gerekmektedir. Bu özelliği ile zinde ve dinç
     kalmada yardımcı olur.
      Eklemlerin kayganlığını sağlar.
      Su tüketimi azaldıkça, vücutta depolanan yağ miktarı artmaya başlar ve kilo alımı
     gerçekleşir.

Sürekli Oturmanın Sağlığa Zararları

Kas Hasarları

Hamurumsu Karın Kasları
Ayağa kalktığınızda, hareket ettiğinizde hatta dik oturduğunuzda bile karın kaslarınız sizi dik tutar. Ancak bir sandalyede kamburunuzu çıkarıp yığılırsanız, pasif kalırlar. Katı sırt kasları ve hamburger karın kasları bir araya geldiğinde duruş bozukluğunda iş birliği yaparlar. Bu da omurganın doğal eğilimini artırarak hiperlordosis yani bel çöküklüğü dediğimiz durumu ortaya çıkarmaktadır.

Kasılmış Kalçalar
Esnek kalçalar sizi dengede tutar, ancak devamlı oturan kişiler çok nadiren kalçalarındaki ön kasları esnetirler bu nedenle bu kaslar kısalır ve kasılır. Bu da hareket yelpazesini ve adım uzunluğunu kısıtlamaktadır. Çalışmalar düşük kalça hareketliliğinin yaşlılarda düşmenin başlıca nedeni olduğunu gösteriyor.

Aksak Kalça Kasları
Otururken kalça kaslarınız hiçbir şey yapmaz, ve buna alışır. Yumuşak kalça kaslarıysa dengenizi, itme ve kuvvetli adım atabilme yetinizi bozar.

Bacak Hasarları

Bacaklarda yetersiz kan dolaşımı
Uzun süreli oturmak kan dolaşımını yavaşlatır, bu da bacaklarda su birikimine sebep olur. Sorunlar ayak bileklerinde şişlik ve varisten, tromboz denilen tehlikeli kan pıhtılaşmalarına kadar değişebilmektedir.

Yumuşak kemikler
Yürümek ya da koşmak gibi ağırlık-taşıdığınız egzersizler vücudun alt kısmında bulunan kemiklerin kalınlaşmasını sağlar. Bilim adamları kemik erimesi hastalığındaki artışı hareketsizliğe bağlamaktadır.

Tepede sıkıntı

Sersem bir kafa
Kasları hareket ettirmek beyne temiz kan ve oksijen pompalayarak tüm moral ve beyin kapasitesini yükselten kimyasalların salgılanmasını sağlamaktadır. Uzun süre hareketsiz kaldığımızda, herşey yavaşlar, buna beyin işlevi de dahil.

Gergin bir boyun
Tüm oturmanız işte, bir masa başında boynunuzu; bir klavyeye doğru eğerek ya da yazarken telefonda konuşabilmek için bükerek geçiyorsa boyun omurunuz gerilerek kalıcı dengesizliklere yol açabilir.

Sırt ve omuz ağrıları
Boyun tek başına eğilmez. Öne doğru kamburunuzu çıkarmak omuz ve sırt kaslarınızı da yorar, özellikle de boyun ve omuzları birleştiren trapez kaslarını.

Bel Sıkıntıları

Katı bir omurga
Hareket ettiğimizde omurgamızdaki yumuşak diskler tıpkı bir sünger gibi taze kan ve besinleri sıkarak genişler ve yumulur. Ancak uzun süre oturduğumuzda, diskler düzensiz bir şekilde sıkılır. Kolojen destekleyici lifler ve bağdokular etrafında katılaşır.

Bel hasarı
Uzun süre oturan kişiler, daha yüksek bel fıtığı riski taşırlar. Psoas adı verilen kas, karın boşluğunda dolaşır ve sıkılaştığında üst omurgayı ileri çeker. Vücudun üst kısmının ağırlığı, tüm omurga kemiğine dağıtılacağı yerde yalnızca oturan kemikler üzerine kalır.

Oturmanın ölümcüllüğü
8,5 yıl süren bir araştırmanın sonuçlarına göre çok televizyon izleyen bireyler, günde bir saatten daha az televizyon izleyen insanlara göre yüzde 61 oranında daha fazla ölüm riski taşıyor.

Eğer çok oturmanız gerekiyorsa, en azından doğru oturun. Annenizin hep dediği gibi, ‘Dik oturun.’
• Öne eğilmeden
• Omuzlar rahat
• Kollar yanda
• Dirsekler 90° eğik
• Belinize destek alabilirsiniz
• Ayaklar yerde


Peki ne yapmalı? Uzmanlar şunları tavsiye ediyor...

Sallanan bir şey üzerine oturun
Egzersiz topu ya da bir tabure kaslarınızı çalıştıracaktır. Dik oturun ve ağırlığınızın dörtte birini taşıyabilmesi için ayaklarınızı yere basın.
Kalça kaslarınızı esnetin
Her iki yana da günde 3 dakika.
Reklamlarda yürüyün
Bir salyangoz hızında yürümek bile oturmanın iki katı kalori yakacaktır, daha hareketli egzersizler daha iyi olacaktır.
Değişimli olarak kalkın ve oturun
Ofisinizde bunu yapamazsanız, her yarım saatte bir kalkabilir ya da yürüyebilirsiniz.
Yoga pozisyonları deneyin
Deve ve kedi pozisyonları sırtınıza daha iyi bir esneklik sağlayacaktır.

 
Kaynak: Bonnie Berkowitz ve Patterson Clark, http://apps.washingtonpost.com/g/page/national/the-health-hazards-of-sitting/750/


Bunları bilseniz yine de et yer misiniz?

Bir büyükbaş hayvan günde 60 litre metan gazı üretiyor. Azot, karbondioksitten 270 kat daha fazla küresel ısınmaya neden oluyor ve büyükbaş hayvanın gübresiyle her yere yayılıyor. Sıcaklıklar böylece daha da yükseliyor ve buzullar eriyor. Antartika’daki buzulların 8.000 kilometrelik bölümü sıcaklıklar yüzünden yok oldu.
Türkiye’de yaşanan su sıkıntısı, birçok ülkeyi etkiliyor. Bizim basit bir “hava durumu” olarak algıladığımız mesela aslında fazlasıyla karmaşık ve “hayvansal” bir sıkıntı barındırıyor. 1 kilogram tahıl üretmek için 200 litre su gerekirken, 1 kg et üretmek için 20.000 litre suya ihtiyaç duyuluyor.
Her sekiz saniyede 1 dönümlük  arazi, hayvanları beslemek için tahrip oluyor.
Bir vegan her yıl bir dönüm arazi kurtarıyor.
Bir kilo etle, 200 kilo patates aynı sürede, 160 kilo domates ise aynı yüzölçümü içinde üretilebiliyor.
50 kilo sığır eti yerine 1.000 kilo kiraz, 6.000 kilo havuç ve 4.000 kilo elma üretilebiliyor.
20 vejetaryen, besin gereksiniminin karşılandığı yüzölçümü açısından “bir” etobur ediyor.

Alıntı.

En Çok Protein İçeren Altı Sebze

Pilates Egzersizi - Ters Kol Ters Bacak
Mat üzerinde elleriniz ve dizleriniz üzerinde olacak şekilde durun, elleriniz omuz hizasında olmalı ve dizleriniz kalça hizasında açık olmalı.
Sağ kolunuzu düz bir şekilde ileriye doğru uzatırken, Sol bacağınızı da geriye doğru düz bir şekilde uzatın. Boynunuz uzun ve boyun ve omurganız aynı hizada olmalı.
Başınızı arkaya veya aşağıya doğru uzatmayın. Egzersizi aynı şekilde diğer taraf içinde uygulayın. Bu egzersizini her iki yön içinde 12 ‘şer kez tekrarlayabilirsiniz.
Ters kol ve ters bacak egzersizi ile bacak, sırt ve kalçalarınızı aktif bir şekilde çalıştırma şansı elde edeceksiniz.




Pilates Egzersizi - Swan-Dive
Mindere yüz üstü uzanın. Kollar dirseklerden bükülür ve avuç içi yere gelecek şekilde sağ ve sol tarafa alınır. Omuzlar ve baş yukarı kaldırılır, bu sırada boyun bükülmez, boyun arkası her zaman uzun tutulur. Sonrasında kollar düz bir şekilde öne doğru uzatılır ya da yanda durabilir. Ayaklarda yerden bir miktar kaldırıldıktan sonra parmak uçları arkayı gösterecek şekilde yüzme pozisyonunda olduğu gibi pozisyon alınır. Ayak parmak ucundan ve başınızın tepe noktasından iyice uzama hissedilir. Bu halde iken öne ve arkaya doğru salınımlar gerçekleştirilir.




Orta-İleri seviye bir harekettir.
Pilateste Nefes
Pilates’in en temel ilkelerinden biri; derin ve sağlıklı nefes alıp vermek. Joseph Pilates öğrencilerine “her şeyden önce doğru nefes alıp vermeyi öğrenin” demiştir. Doğru nefes, beden, ruh ve zihin sağlığı için oldukça önemlidir.
 
 
Nefes alırken kaburgalarınızın içi genişler ve göğüs kafesiniz tıpkı açılan bir şemsiye gibi büyür. Aynı zamanda, ciğerlerin hemen altında olan ve göğüs ile karın boşluğunu dolduran diyafram aşağıya doğru çekilir. Organlarımızdaki bu anlık yer değişikliği sayesinde ciğerlerimiz hava ile dolar. Doğru bir nefes tekniği ile her nefes alışta ciğerlerin genişlemesini sağlar.
Pilates nefes tekniğinin temelinde  nefes alıp verirken ciğerlerinizi ne kadar iyi genişlettiğiniz ve sıkıştırdığınız vardır. Joseph Pilates özellikle nefes verirken bütün havanın ciğerlerden dışarı atılmasına dikkat çeker, tıpkı ıslak bir bez parçasını var gücünüzle sıkarak suyunu çıkartmaya çalıştığınız gibi.
Bazı Yoga Hareketleri Ve Yararları 
Yoga ile zihninizi rahatlatın.

Sadece 10 Dakikanızı Alacak Pilates Egzersizleri

Besinlerin Alkali Değerleri


Alkali Diyet adlı kitaptan alıntı
Vücut Kitle İndeksi nedir? Nasıl Hesaplanır?
 
 
 
Yoga Vücudumuzu Nasıl Etkiler?
Yoga, zihni, bedeni ve ruhu birleştirmeyi amaçlar. Yoga eğitmenlerine göre zihin ve beden birdir, doğru araç ve ortamla aralarında uyum oluşur ve vücut kendini iyileştirebilir. Bundan dolayı yoga tedavi edici olarak kabul edilir. Bazı yoga stilleri yoğun ve şiddetliyken bazıları rahatlatıcı ve meditatiftir. Hangi tarz seçilirse seçilsin yoga, vücudu esnetmek ve güçlendirmek için, zihninizi odaklamak ve ruhunuzu rahatlatmak için iyi bir yoldur.
Yoga vücudunuzun duruşuna, uyumuna ve hareketlerine daha farkında olmanızı sağlar. Vücudu daha esnek hale getirir ve stresten arınmanıza yardımcı olur. İnsanlar yogaya daha zinde, daha enerjik, daha mutlu ve huzurlu hissetmek için başlarlar.

Yoga bedenin, zihnin ve ruhun birliğidir. Bundan dolayı hem beden hem de zihne iyi gelir.
1.Her yoga duruşu belirli kasları hedef aldığı için, enseklik artar ve yaralanma riski düşer.
2.Yoga zihni yatıştırır ve o anda dışarıdan gelebilecek dikkat dağıtıcılara değil, hareketlere odaklanmayı sağlayarak stresi azaltır.
3.Farkındalığı ve konsantrasyonu artırır. Yoganın birincil bileşeni odaklanılmış bir şekilde yapılan ritmik nefes egzersizleridir.
4.Zihin ve vücut bağlantısı daha iyi anlaşılır. Yoga bütün enerjinizi yaptığınız harekete veya duruşa odaklamanızı gerektirir. Bu hem zihne hem de vücuda beraber çalışmayı ve birbirine entegre olmayı öğretir.
5.Güç ve dayanıklılık kazandırır. Vinyasa ve Ashtanga gibi daha güç gerektiren stiller güç ve dayanıklılığın yanı sıra esnekliği ve rahatlamayı da sağlar.

 
Yoganın fizyolojik etkileri
Stabil ve dengeli otonomik sinir sistemi sağlar,
Nabız hızı, solunum hızı ve kan basıncı düşer,
Kardiyovasküler ve solunum verimliliği artar,
Gastrointestinal ve endokrin fonksiyonları normalleşir,
Kas-iskelet esnekliği ve eklemlerin hareketlerinde artış olur,
Kavrama kuvveti artar ve el-göz koordinasyonu gelişir,
Dayanıklılık, esneklik ve enerji düzeyi artar,
Uyku düzene girer ve bağışıklık artar.

Yoganın psikolojik etkileri
Somatik ve kinestetik farkındalık artar,
Ruh hali gelişir ve huzurluluk duygusu artar,
Kendini kabul etme ve kendini gerçekleştirme artar,
Sosyal uyum artar,
Anksiyete ve depresyon azalır,
Düşmanlık duygusu azalır,
Konsantrasyon gelişir,
Hafıza, dikkat ve öğrenme verimliliği gelişir,
Derinlik algısı gelişir.

Yoganın biyokimyasal etkileri
Glukoz ve sodyum seviyesi düşer,
Total kolesterol ve trigliserid azalır,
HDL kolesterol artar,
LDL ve VLDL kolesterol düşer,
Kolinesteraz artar,
Katekolaminler azalır,
Hematokrit, hemoglobin ve lenfosit artar,
Toplam beyaz kan hücre sayısı azalır,
Tiroksin artar

www.acibadem.com.tr
Susuz kalan vücutta neler olabileceğini biliyor musunuz?

Yetersiz su içilmesi birçok sağlık sorununu beraberinde getirir:
  • Susuz kalan vücut, kendi suyunu tutmaya çalışır. Sonuç olarak idrara az çıkılır.
  • Kan hacmi azalır.
  • Tansiyon düşer.
  • Deri, dışkı ve akciğerler ile su kaybı devam ettiği için vücut kurur ve sağlığını yitirir.
  • Vücuttaki suyun azalması sindirim sistemi bozuklukları, bağırsak sıkışmaları, zihinsel performansta bozulmalar, beden hareketlerinde azalma ve baş ağrılarını beraberinde getirir. Uzun süreli susuzluk sonrasında vücuttaki sıvı miktarının yüzde 15'inin kaybedilmesi, komaya ve hatta yaşamın kaybedilmesine bile neden olabilir.

www.acibadem.com.tr

Diz Eklemi
Diz eklemi vücudun en büyük ve en karmaşık eklemidir. Bu fonksiyonunu 3 önemli kemik (femur – uyluk, tibia – kaval, patella – diz kapağı), 4 önemli bağ (MCL – iç yan, LCL – dış yan, PCL – arka çapraz, ACL – ön çapraz), birçok kas (kuadriseps, hamstring, popliteus, gastrokinemius, ..), tendon ve menisküsler (iç ve dış) ile oluşturur.


Kemikler
Dizde 3 kemik, femur (uyluk), tibia (kaval) ve patella (diz kapağı) bulunur. Fibula (baldır dış yan kemiği) diz eklemine tam olarak girmese de bu eklemin içinde sayılabilir (ona yapışan bağlar dolayısı ile). Bu kemiklerden uyluk üstte, kaval altta, diz kapağı ise dizin ön kısmında yer alır. Tüm oynar eklemler gibi bu kemiklerin de iç kısmı kıkırdak ile kaplıdır.

Bağlar
Bağların temel görevi eklemlerdeki aşırı hareketleri kısıtlayarak, eklemde belirli bölgelerinin aşırı yüklenmesini engellemektir. Diz ekleminin yanları MCL – medial (tibial) yan bağ ve LCL – lateral (fibular) yan bağ ile desteklenir. Merkezde ise iki çapraz bağ; ACL – ön çapraz bağ ve PCL – arka çapraz bağ bulunur. Yan bağlar temel olarak dizin içe – dışa açılmalarını kısıtlamaya çalışır. Çapraz bağlar ise dizlerde dönme hareketlerini kısıtlar.

Menisküsler
Bağların temel görevi eklemlerdeki aşırı hareketleri kısıtlayarak, eklemde belirli bölgelerinin aşırı yüklenmesini engellemektir. Diz ekleminin yanları MCL – medial (tibial) yan bağ ve LCL – lateral (fibular) yan bağ ile desteklenir. Merkezde ise iki çapraz bağ; ACL – ön çapraz bağ ve PCL – arka çapraz bağ bulunur. Yan bağlar temel olarak dizin içe – dışa açılmalarını kısıtlamaya çalışır. Çapraz bağlar ise dizlerde dönme hareketlerini kısıtlar.

Kaslar
Diz, önden kuadriseps, arkadan ise hamstring adındaki kaslar ile desteklenir. Kuadriseps uyluğun ön kısmında yer alan dört başlı bir kastır. Hamstring kası ise uyluğun arka kısmında yer alan bir kastır.
Kuadriseps ve hamstring kasları tendonları ile kemiklere yapışır. Bu kaslar kasıldığında ilgili tendonları ile kemikleri kendilerine çekerek hareket ettirir. Kuadriseps kasının asıl görevi dizi düz hale getirmektir. Uyluğun arka kısmında yer alan hamstring kasının görevi ise dizin bükülü hale gelmesidir. Sorunsuz hareketler için bu kasların belirli bir kuvvete sahip olması ve her ikisinin kuvvetlerinin dengeli olması gerekir.

www.acibadem.com.tr
"Powerhouse" un Anatomisi
Çok başarılı bir video.


Joseph Pilates Anatomy of the "Powerhouse" by Bluebird Pilates
Zayıflamayı planlayan kişi beslenmesinden öncelikle kötü karbonhidrat grubunu (pastalar, börekler, çörekler, tatlılar) çıkardığı için özellikle beynin ihtiyacı olan enerji gereksinimini ekmek grubuyla alması gerekmektedir. Bu ihtiyacı da günlük enerji gereksiniminin büyük bir kısmını kompleks karbonhidratlar yani iyi karbonhidrat grubu (kahvaltılık tahıl ürünleri, tam buğday / çavdar / yulaf ekmeği, bulgur gibi besinler vb.) zengin besinlerden karşılanması ile yağ tüketimi azaltılmış ve posa tüketimi artmış olur.

Tam buğday/çavdar/yulaf gibi tahıllar çözünür posa da içerdiği için kan lipitlerini düşürücü etkisi vardır. Beyaz ekmek yerine tam buğday / çavdar / yulaf ekmeği tercih edilmelidir. Ayrıca evinizde çeşitli organik unlar alıp beden ihtiyacınıza göre bunları harmanlayıp yine kendi ihtiyaçlarınıza göre ceviz, fındık , badem , üzüm vs ekleyerek kendi şifalı ekmeğinizi kendiniz yapabilirsiniz. Biz bugün için keten tohumlu ,cevizli tercih ettik.
 
Aygül Yıldırım

“Hayatın ilk ve son hareketidir nefes almak. Her şey bir nefese bağlıdır. Ancak birçoğumuz ne yazık ki doğru nefes almayı bilmiyoruz. Bu insanların hala nasıl yaşamaya devam ettiği merak edilmeyecek gibi değil doğrusu. Öyleyse, her şeyden önce doğru nefes alıp vermeyi öğrenin.”

Joseph Pilates
Ölümsüz olduğunuzu zannediyorsanız; uyanma vaktidir!
Biraz önce bir yazı okudum, 8 yıllık candida üzerine verilen sağlık savaşı. Baktığında insan görüyor ki aslında savaştığı bir hastalık, virüs, bakteri olsa da insan böyle bir yolda kendine dair çok şey öğreniyor. Yani her hastalığın çaresi hemen ve nihai olmasa da yaşayan için muazzam bir dönüşüm kapasitesi, yaşam hikayesi oluşturuyor. Ve aslen önemli olan bu yaşam tecrübesidir, hastalığı yenmek bir yan etkidir. Hastalık bir çok bünyede farklı manalar taşır. Önemli olan hastalığı tecrübe edenin hastalığın ona ne anlattığını duyabilmesidir. Şifa kürleri peşinde koşma halinden, hastalığın neden-sonuç ilişkisine anlayışla, şefkatle ve bilgelikle bakmak gerek, eğer gerçek bir şifa arayışındaysak.
Hastalığın bütünsel nedenlerinin derine insan, ancak tecrübe ettikçe ve farkındalığını arttırdıkça inebiliyor. Bütünselle kasıt, beden-duygu-zihin ve ruh birlikteliği. Eğer şifa isteniyorsa bu birliktelik asla ayrı ayrı incelenemez, yanlış olur, yarım olur. Ve insanın kendisini hissetmesi, yani beden farkındalığı, duygu algısı, düşünce kalıpları ve yaşam şekli yansımaları hepsi bir bütün ve birbiri ile an be an etkileşimdedir.
Eğer bir rahatsızlığımız varsa, kendimizi pek de emin olmayarak doktorlara teslim ediyoruz. Zira birçok kişi farklı doktor tavsiyeleri, görüşleri alır ciddi bir rahatsızlık olduğunda. Bunu biliyoruz. Bir doktorun tavsiyesine bile güvenemiyoruz. İçten içe kontrolü başkasına vermek bu bünyeye iyi gelmiyor, inandırıcı olmuyor. Burada hassas bir nokta var, özbenlik sadece bedensel, duygusal, zihinsel şifa aramıyor, özbenlik, o hastalığın sayesinde kendi özkodlarına ulaşmayı amaçlıyor.
Yaşamın manası bu.
Şifanın kendimizde olduğunu söyleyip duruyoruz ama birçok kişi bunun manasını bilmekten çok uzak olduğu gibi çevresel, karmik veya sistemsel nedenlerle tecrübe edemiyor da. Bu kimsenin suçu değil elbet. Herkes doğuştan şifacı diyoruz, diyoruz da, bu bir potansiyel. Uyuyan bir potansiyel. Sevgi, aşk var diyoruz ama hiç aşık olmamış birisini aşkın yaşattığı duygulara nasıl inandırabilirsiniz? İnandıramasınız elbet, çünkü aşkı, mutluluğu, huzuru, nefreti, acıyı, yaşayan bilir.
Tecrübe, bu nedenle yaşamı yaşadığımızı bize gösteren en önemli etken.
Yaşamı tecrübe etmeden yaşamak, sıkıntı ve sonunda intihara vardırıyor. Günümüzde çocuklar 12 yaşında sıkılıyorlar, 18 yaşında zaten birçok “aşk” hikayesi yaşayıp 25 yaşında intihara meyilli oluyorlar. Ben kendi jenerasyonumda 12 yaşımdayken sıkıntı nedir bilmezdim, yaşamın her süreci heyecanla, ümitle doluydu. İnsanın ilk aşkı yaşamını anlatırdı, sonsuzluğa ulaşacak gibi gelirdi o hisler. Ancak şimdi 12 yaşındaki çocuk elindeki telefondan tüm dünyaya ulaşıyor. Elinden yaşıyor tüm yaşanabilecekleri, bilgi akışı muazzam hızda. İnsanlar bilgi toplayıp, sosyal çevrelerde bu bilgileri aktararak kendilerine yer ediniyorlar. Oysa Google’a baksan zaten bilgilenirsin. Bilgi, tecrübe demek değil. Bilgi ile dolan bu beyinler yaşamı yaşamıyorlar, yüzeyinden sıyırıyorlar ve sıkıntı kaçınılmaz. Hem hız hem bilgi kirliliği ne yaşadığını daha anlamadan, hissetmeden, idrak etmeden seni bir sonraki yaratılmış sinemaya iletiyor. Sinema salonu nasıldır, karanlıktır, ekrandaki hikaye görülsün diye. Işıkları açarsan filmi göremezsin. İşte aynı bu şekilde insan zihni tecrübe etmediği, ikinci el bilgilerle dolu karanlık içersinde kendi sinemasını seyrediyor. Işıkları birisinin açması gerek!
Araştırmalara göre bundan 50-100 yıl sonra eğer bilgi akışı bu hızda devam ederse intihar oranı %50 artacak. Bu muazzam bir sayı. Şu an her gün yaklaşık bir milyon insanın farklı nedenlerle hayatını kaybettiğini yine istatistikler söylüyor. Katillerden, kazalardan daha yüksek bir orana sahip intihar. İntihar eden kişi gayet mantıklı söylemler yapıyor, neden yapmasın hayatı ansiklopedi gibi okudu, okuldaki ezber gibi ezberledi, sistemsel mantığa oturttu ve kendisini öğretilen algı ve iletişim becerilerini kullanarak ifade etti, intihar etmesi mantıklı oldu. Görünüşte tabi. Bu insan hangi aşkı yaşadı, hangi çiçeği koklayıp, içine çekti ve orada kalsın ve hücrelerinde yayılsın diye nefesini tuttu, belki çiçek olur diye. Hangi bebeğin gülüşünde, gözlerinin parlaklığında kendini kaybetti, hangi aşka adadı kendini, eridi, kendini unuttu, şiirler yazdı… Ne zaman dans etmeyi unuttu, masal anlatmayı, şarkı söylemeyi unuttu?
Bu manada yaşadığımız her anın değeri paha biçilmez.
İşte mutlu olmak için en büyük neden; yaşıyorum!
Ve uyanıyorum yeni bir güne, şükür. Ve bakıyorum çevremdekiler de yeni bir güne uyanıyor, sevdiklerim. Bundan daha güzel şükür var mı.
Gelelim hastalık konusuna. İnsan yaşamı göz açıp kapayıncaya kadar geçerken, ki bu depresyonda olan bir kişi için muazzam uzundur, mutlu kişi ise daha dün doğmuş gibi hisseder. Bu nedenle de mutlu kişiler şükür haline gelebiliyor. Mutluluk için ise sağlık, zindelik önemli etken. Sağlık olmadan nasıl mutlu olunabilir ki? Olunamaz. Ancak burada ince bir çizgi var, ölümcül bir hastalığa sahip olabilirsiniz ama bu sizi şükür ve mutluluk halinden alıkoymayabilir. Bedensel hastalığı, zihinsel hastalık ve dolayısıyla duygusal hastalık yapmak ya da yapmamak bir seçim.
Evet hastalık var, bu bir gerçek, tedavisi araştırılacak bu da bir gerçek ama hastalığı zihinsel ve duygusal boyuta taşımak ve buradan sürdürmek bir seçim. Acı var bu gerçek, ama her gün kahrolmak bir seçim. Şikayet bir seçim.
Hastalık dediğimiz şey bir birikim, yaşam şeklininin, alışkanlıkların ve karma’nın bir sonucu. Hiç bir şey tesadüf değil. Her şeyin bir nedeni var. Neden-sonuç dünyasında yaşıyoruz. Bu anlaşılması gereken temel kural. Bu anlayış tecrübeye dönüştüğünde paha biçilmez bir olay gerçekleşir: idrak. Ve herkes idrak kapasitesine sahip çünkü tecrübe edebilme yetisi var. Anahtar, tecrübe ederken neden-sonuç gerçekliğinin farkındalığında olup, tekrar eden kalıpların nedenlerine inebilmek için algıyı arttırmak.
Herkesin doğuştan bir farkındalık yetisi var, ve bu farkındalık arttırılabilme kapasite ile birlikte geliyor. Bu yüzden insanoğlu muazzam bir potansiyele sahip. Evren bir gizem ancak insanoğlu bir gizem değil. Hastalıklar gizem değil. Neden-sonuç ilişkisi gizem değil. Ancak her neden-sonuç ilişkisini göremediğimiz için bir sır gibi gelebilir ama görenler vardır. Gizem dediğimiz neden-sonuç döngüsünün dışına çıkıldığında yaşananlardır. Kelimelerle ifadesi mümkün olmayan, an’da salt, yorumsuz, taze, yeni, sonsuz…
Yaşadığımız hastalığa nasıl bakacağımız bizim seçimimiz. Yaşamı nasıl yaşayacağımız bizim seçimimiz. Eğer gerçekten “hastalık”ın sizin baş öğretmeniniz olmasına izin verirseniz o zaman gerçek bir şifacı açığa çıkacaktır. Tabi bu hal, disiplin, irade ve muazzam bir şükür hali gerektirir. Temelinde zaten herhangi bir sorunun olmadığı, bedenin bu hastalığa sahip olduğu, ve hastalıkların iyileşmek için olduklarını gerçekten hissettiğiniz zaman. Benliğinizde hasta olmadığınızı bildiğiniz zaman şifa alanı size açık demektir. Hastalıkla varoluşunuzu tanımladığınızda, hastalık üzerinizdeki hakimiyetini sürdürmeye devam eder. Çünkü inandığınız şey olursunuz.

İnsan neye inanıyorsa o olur.

Gerçek bir bakış açısı da bu yaşamın bu bedenin daha doğduğu anda “hastalık bedeni” olduğunun idrakıdır. Biz yaşam boyunca sağlık arayıp duruyoruz oysa gerçekte bu beden her an ölmekte. Bunun tersini kim söyleyebilir. Demek ki bu beden doğduğu andan itibaren zaten “hasta”. Bu bilinçle, hakikatle baktığınızda ve demek istediğim yere geldiğinizde, işte orada muazzam bir farkındalık oluşur. Ve artık kendinizi “hastalık”la tanımlamaktan vazgeçmeye başlarsınız. Düşük ben dediğimiz, ego, nefs, kendini sürekli bir tanımlama arayışında. Neden böyle bir arayışta olur? Çünkü kendisini sürdürmesi gerekmekte, devam etmeli. Ne olursa olsun, iyi kötü devam etmeli. Ama bedenin gerçekliği bu değil. Bedenin sınırlı bir süresi var. Ego ise hiç ölmeyecekmiş gibi yaşar. Bu ikilem arasında kalırız. Ve hiç ölmeyecek ilüzyonu günümüze yansır, burada işte “uykuda” ve “uyanmış” arasındaki fark oluşur.
“Uykuda”ki insan ölümsüz zanneder kendisini, oysa bu beden her gün ölüyor. Ve her an ölebilir. Bu bir gerçek.
Eğer her an ölümlü olduğumuzun bilincinde yaşarsak, işte bu “uynamış” bir bilinçtir.
İnsanlar ölümsüz olduklarını düşünüp, ölümden bahsedilince karalar bağlar. Bu nasıl bir tezat?
Ölümsüz olduğunuz düşünüyorsan ölümden neden korkuyorsun?
Her gün ölmeyecek gibi yaşıyorsun, bu bedene gelişigüzel davranıyorsun, duygularının anlattığı hikayelere kulak vermiyorsun, düşünce kalıplarını ve seni kısır döngü çemberinde yaşatıp, yaşamdaki geçici zevklere tutunmanı sağlayan sadece kendi sürekliliğini düşünen ego’yu, düşük ben’i, nefs’i besliyorsun, sonra ölüm denilince korkuyorsun. Kim korkuyor peki ölümden? Hani hiç ölmeyecek gibi yaşıyordun?
Bu nasıl bir tezat.
Ancak her an öleceğimizin bilincinde olursak, şifa kapıları açılır. Yaşamı gerçek şükür hali ile yaşarız.
Burada bir yanlış anlaşılmaya mahal vermek istemiyorum. Bir şeyin bilincinde yaşamak onun duygusal ve psikolojik tesirlerinden arınmış olmak manasına gelir. Yani ölümlü bilincinde olmak demek depresyonda olup, üzüntü ve keder ile yaşamak manasına gelmez. Tam tersi. Her gün gerçek manada ölümlü olduğunuzun bilincinde iseniz, o zaman bu günün her anının kıymetini bilir, ne kendiniz ne de başkaları için olumsuz düşünce ve davranış sergilemez ve iyi niyetinizi her gün tazeler, uygularsınız.
Yaşamı, yaşarsınız.
Dış etkenlerin savurduğu bir yaprak gibi, neden-sonuç bilincinden uzak, oradan oraya savrulmazsınız.
Demek ki hastalık konusuna bakışımızı temelden değiştirmek gerekiyor.
Eğer bir hastalık varsa, orada bir öğrenme borcu vardır. Ve bu borç bize ait. Başkasına değil. Zira herkes kendi tecrübesini yaşar. Başkasının tecrübesi size uymaz. Birisi kanser olur, aydınlanır, diğeri depresyona girer intihar eder. Neden?
Nedenini bu makalede anlatmaya çalıştım.
Hastalık dediğimiz şey, bir parçamız. Doğuştan gelen bir durum. Tamamen sağlıklı diye bir durum söz konusu olamaz. Tamamen sağlıklı olma güdüsü bu sistemin tüketime yönelik bir bilinç-altı senaryosu. Mükemmelliyetci zihniyet. Kontrol eden zihniyet. Yani; ego, düşük ben, nefs. Neden kontrol edecek, kendini sürekli kılabilmek için. Neden sürekli kılacak, çünkü ölümsüz zannediyor. Ve eğer siz bu zanneden taraftaysanız, artık uyanma vaktidir.

Sevgilerimle,